7 Aralık 2010 Salı

Otogar...

Bir otogar son durağı sevdanın… Adını koyamadığı duyguların elinden akıp gidiyor uzaklara… Yollara düşüyor umutların… Bir yol griliğinde kayboluyor aşkın... Geride kalan oluyor adın… Diğer isimler siliniyor varlığında… Adresini şaşırmış bir mektup gibisin nereye gideceğini bilmeyen… Serseri bir kurşun… Özlemini alıp omzuna katık edip aşına, beklemeyi yayından çıkmış ok gibi… Şehir kucaklasın istiyorsun seni öylece… Onu senden alıp gidecek metal yığınına içten isyanlar biriktirerek
Bakıyorsun… Bakışların boşluklarda kaybolmuş… Öyle körleşmiş ki gözlerin kulakların öyle sağır ki gidişinin çaldığı çanları duymuyorsun… Sana baktığını görmüyorsun bir telefon sesi açıyorsun ismini ekranda görerek… Onun sesi yanında anlam bulurken artık bir buğulu cam ardında… İçine doluyor söyledikleri her damlanın gözlerine düştüğü gibi… Artık zaman durmuyor inadına içini parça parça ede ede geçiyor… Zaman dilleniyor… Ben zamanım gücün bir bana yetmez diyor ve kendini yel değirmenleri karşısında don kişot hissediyorsun… O kadarda cesaretim yok zamana direneyim… Aşka kendimi atarken gösterdiğim cesaret yetmiyor gerinden bakmaya… Gözlerin doluyor her an uzağına düşmesinden ama o sevmez… O acıyı var etmez onun farkı buydu geldiğinde nasılda silmişti acılarını… Nasılda toplamıştı sırtındaki okları bir bir… Sırtından vurulmalarını unutturmuş… Bıçak izlerini dokunuşuyla merhem yapmıştı da iyi etmişti… Taşradasın sen iki sokak üç mahalleden oluşan taşran birden dünya oluyor büyüyor gözünde… Kendini kaybediyorsun o artık yavaş yavaş menzilden çıkıyor ve sen ufukta kaybolan aşkı diğer ufukta beklemeye koyuluyorsun… Özlemlerini alıyorsun yanına… Umutlarını geleceğe dair... Gelecek diye bir şey yok aslında
Çünkü zamanda o artık… Yollarda o.gelecekte o...




Hiç yorum yok: