14 Şubat 2014 Cuma

Unut-a-bilmek...

Düşünceler ile bir kabusa yatılabilir
veyahut gün içerisinde bir rüyaya göz açılabilir
uyanmak farkında olmaksa
bakmadanda görülebilir
anlamamanda hissedilebilir yarım kalmış hikayeler...

Kafasındaki kırk tilkinin
peşine düşerse insanoğlu
kuyrukları dolaşmış urlarının
ağrısınada katlanabilir
kan pompalıyorsa kalp
yaşıyor sanılabilir pek tabi
nefes almayı da sayarsak
dakikada  on iki kez var olabilir...

6 Şubat 2014 Perşembe

Yazıldığı gibi okunmuyor hayat...

Odamın duvarları özgürlüğümün üstüne kilitlenmiş
Birer kelepçe sanki
anahtarına adı yazılı gardiyanlarım...

Orion...

Sesi geliyor içimdeki hesaplaşmalarımın
Kapısını dinliyorum benliğimin
Durdum
Hiç yakışıyor mu dedim kendi kendime
Kulak kabarttım sadece
Yaşayıpta gömdüklerime...

Ben miyim?
Bölünmüş duvarlarına varlığım
Ben miyim?
Yıkılmış üzerime faili meçhuller
Ben miyim?
Arasında kaldım siyah ile beyazın
Ben miyim?
Gri bir kayboluştan sıyrılmaya çalışan

Kendi kalemini kıranlar...

dünyanın bir ucunda doğup diğer ucunda son bulacaktık; o zaman hayat iki nokta arasındaydı. başlangıçlara sözümüz geçmese de bazı insanlar kendi sonlarını yazabiliyorlardı. herkes için acınası yorumlanan bu sonlar belkide bir başlangıçtı öyle olmasa bile herkesin sonuyla ilgili söz hakkı olması gerekir. insanların sonları hakkında söz haklarının olması; gitmek istediklerinde yollarının açık olması demekti. bunun harflere dökümü adına intihar dedikleri...

Eğer Ölüm Güzel Olsaydı...


toprağa düşen ilk günah tohumunun adıdır
dünyanın kustuğu insanoğlu
var oluş hikayesindeki o ilk hücre
evrimleşmeye başlar yaradılışının aksine
farkındalık dolanır boynuna anne karnında
sual olunur yaşamak
köklerinden bağlanır sonu gelmeyecek gibi
sahiplenmek sanır önceleri
yok etme vahşetini
insanoğlu dediğin iç güdülerinin esiri
aslına ait her ağaç sarılır toprağına
hükümsüzdür kasırgalar kendi çapında

5 Şubat 2014 Çarşamba

Şeytanımla hesaplaştım...

          Beyaz bir kâğıda değen ilk nokta, tuvale düşen damla yok ederdi masumiyeti ve hiç bir şey eskisi gibi olmazdı… Bir yaprak çevirip benliğinde, yeni doğan günle birlikte biraz daha eskiyor o masumiyet, eskiyor güzelliklerimiz… Ruhuna düşen o ilk günah tohumu yeşeriyordu ve arkanı dönmek nafile bir çabaydı çünkü : “ Bir günahtan kurtulmanın yolu ona teslim olmaktır” diyordu Oscar Wilde...

Gölgede bir kadının yansımaları...

      Ey insanoğlu doğarken mi vardınız ayrımına kadın ve erkek diye… Nasıl var oldunuz bilmiyorum ama ben yok oldum Ouse nehrinde… O son cümleyi yazabilirdim ona mükemmel bir son hazırlayabilirdim ama kaçınılmaz ise bu son,  çok mu alkışlanır son sahne? O son cümleyi yazabilirdim koca bir hikâyenin altına imzamdan önce, Perde Arası diye haykırabilirdim ama kendi ellerimle yazamayacaksam savruluşumu, yaşamım bir boyunduruktan başka ne anlamı olabilirdi

Ve kumsal...

     
     Her şey bir adımla başlamıyor muydu? İnsanoğlunu var eden o ilk adımı… Bütün dünya meydan okurcasına kalkıp ayakta durduğu ve toprağı ayağının altında ezdiği o ilk adım… Yürüyordu kadın hızlı hızlı adımlarında telaş, geçip gidiyordu kalabalık arasından kimseye çarpmadan hiçbir ruhu fark etmeden fark ettirmeden… Kaçar gibiydi sanki aynı zamanda saklanır gibi… Saklambaç oynuyordu kendiyle ve hem kovalayan hem de kovalanan oluyordu…