6 Şubat 2014 Perşembe

Kendi kalemini kıranlar...

dünyanın bir ucunda doğup diğer ucunda son bulacaktık; o zaman hayat iki nokta arasındaydı. başlangıçlara sözümüz geçmese de bazı insanlar kendi sonlarını yazabiliyorlardı. herkes için acınası yorumlanan bu sonlar belkide bir başlangıçtı öyle olmasa bile herkesin sonuyla ilgili söz hakkı olması gerekir. insanların sonları hakkında söz haklarının olması; gitmek istediklerinde yollarının açık olması demekti. bunun harflere dökümü adına intihar dedikleri...


herkesin kapısına gelecek olan Azrail'e adres veren insanlar var aramızda. en çok merak
ettiklerimiz sanırım cümlelerinin altını çizdiklerimiz, bir dörtlüğünü ezbere bildiklerimiz... neden gitmeyi seçiyorlardı? yazacak daha fazla kelime kalmadığından mı? belki de en tepedeyken bırakmak istiyorlardı işi emekliye ayrılıyorlardı. bu konuyla Müslüm Yücel'in Edebiyatta Ölüm Ve İntihar kitabı ile tanıştım ve şöyle diyor;

"zaman seninle alay ediyor. var olmak, hiçliğin içine düşmekle aynı anlama geliyor. bütün dinlerden ayrıldın. bütün tanrılar sana küskün. bir deliden geceleri tanrı'ya isyan etmenin yollarını soruyorsun. deli, sen konuşunca yüzünü gizliyor, olanca sesiyle bağırıyor: "isyan boyun eğmektir ve dünya, Plath'in Sırça Fanus'ta söylediği gibidir." "

Otuz bir yaşında iki çocuğu içeride uyurlarken mutfağa inmiş, soluduğu gaz ile intihar etmiştir. insan nasılını
düşünmeden yapamıyor. iki çocuğuna rağmen nasıl da ölümün kıyılarında dolaşıyor? rağmen sözcüğünün aslında bir bağlayıcılığının olmadığını anlıyoruz. o merdivenlerden onu indiren neydi derken biz o sırada cevap veriyor sylvia plath;

"sırça fanus içinde bebek gibi tıkanıp kalan insan için dünyanın kendisi kötü bir düşten başka bir şey değildir ve
kendimizi uyandıracak iğnelere de sahip değiliz."

bize kadar dizeleri ulaşan bu şairin ölümü herkes için bir soru işareti ve Nilgün Marmara'da bu soru işaretinin altına ne yazık ki noktayı koyamıyor ve araştırıyor hatta bununla ilgili bir tez yazıyor. daha sonra bu tezin "Sylvia Plath'ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi" kitap olarak yayınlanması 2005 yılına denk geliyor o ayakları yere değdiği 29 yılın sonunda evinin bulunduğu apartmanın beşinci katında ayaklarını yerden keserek ölüme atlıyordu.

"hayatın neresinden dönülse kardır" diyor ve kapısını çekerek kimsenin bilmediği şiirlerini içeride bırakıyordu. kar edip etmediğini bilemiyoruz ama bizim için zarar olduğunu sonradan öğrenilen şiirlerini okuyunca anlıyoruz."Ey, iki adımlık yerküre senin bütün arka bahçelerini gördüm ben"der ve biz bahçelerinde ölümü yetiştirdiğini bilemedik...

hayat zıtlıklarla var oluyordu, doğruya karşı yanlış varsa yaşama karşıda ölüm vardı ve geldiğimiz bu yerden birde gidiş biletimiz... umut bir koynunda uyurken diğer tarafında ümitsizlik yatar ve eğer umudun bir eli uzanmazsa size Kaan İnce gibi boşluklarda savrulursunuz. her ölüm erken ölümdür hele de 22 yaşındaki Kaan İnce için... arkasını dönüşünün bir anlamı vardı kelimelerle bize kalan diyordu ki:

"Çiy doladım kasnağına gecenin. Işıksızlığın hep
yoksul yalnızlıklara çıkması doğurur o rüzgârı.
Giz dizilmiş çardaklar incir kokulu, çiçek hattı
gözlerine doğru. Kokunda korku. Kafka; mürekkebini
içtiğim mevsimsiz aşk. Ölümün önünde yayılan;
çıbanı yüzümün. Devrik yürek savunması ömrüm.
Yaşlı bir adam vurgun yemiş. Kuşlar. Düşler.
Kapılma saatleri, basamaklarında ateş yatan zaman
merdiveninin dik soluğuna. Ve çekip giden bir ben,
aynı denize, irkilen iskeleden."

intihar bu yüzyılın bir yan etkisi miydi? insanlar yolun sonuna daha önce hiç gelmediler mi? insanlar arasındaki uçurum, psikolojik savaşlar sadece bugüne mi ait? ölümün ve en önemlisi intiharın sadece bu asra özel olmadığını bize beşir fuad ispatlıyor. bir damar kesiği ile yazdığı son satırları bunca zaman sonra basite indirgense de kendisi edebiyatımız için indirgenemez bir yere sahip ve kan damlıyor kaleminden;

" Ameliyatımı icra ettim, hiçbir ağrı duymadım. Kan aktıkça biraz sızlıyor. Kanım akarken baldızım aşağıya indi. Yazı yazıyorum kapıyı kapadım, diyerek geri savdım. bereket versin içeri girmedi. bundan daha tatlı bir ölüm tasavvur edemiyorum. Kan aksın diye hiddetle kolumu kaldırdım. Baygınlık gelmeye başladı" bileklerini keserek ölümü gözlemlediğini yazan beşir fuad'ı sergey yesenin gözlemliyormuş yıllar akıp gitmesine karşın aynı ölümde birleşince anlıyoruz. buhranları ve karamsarlığının arasında sadece  vladimir mayakovski'ye arkadaşlığı yeşermişti. o bile tutunmasına yetmiyordu ve kanını akıtarak yazdığı;

"Elveda dostum benim, elveda
Can dostum seninle dolu göğsüm
Çok önceden belirlenen bu ayrılık
Buluşmayı vaadediyor ilerde bir gün.
Elveda dostum el sıkışmadan, konuşmadan,
Üzülme ve kaşlarını eğme mutsuz.
Ölmek yeni bir şey değil dünyada,
Ama yaşamak da daha yeni değil kuşkusuz." bu dizelerden bir gün sonra kendini astı. seçimini ölümden yana kullanıyordu. bu şiiri okuyunca vladimir mayakovski onu suçlamış ve şu satırları yazmıştır

"en kolay iştir ölmek
asıl güç olan
yepyeni bir yaşama
başlamak." anlıyoruz ki insan gitmek istedikten sonra hiç bir sebep kalmasını sağlamıyordu.çünkü mayakovski bu satırları yazdıktan tam beş sene sonra aynı şekilde intihar ediyordu. onun son satırlarıysa;

"hepinize!..
işte ölüyorum kimseyi suçlamayın bundan ötürü. hele dedikodudan unutmayın ki merhum nefret ederdi."

ve son şiiri;

""Bir varmış bir yokmuş"
derler hani :
Aşkın küçük sandalı
hayat ırmağının akıntısına
kafa tutabilir mi!
Dayanamayıp parçalandı işte sonunda...
Acıları
mutsuzlukları
karşılıklı haksızlıkları
hatırlamaya bile değmez:
Ödeşmiş durumdayız kahpe felekle.
Ve sizler mutlu olun
yeter."

bir intihar varsa ortada son dönemeç mektuptur son kez yüzleşirsin kendinle... son savruluşundur sebeplerine, karşı koyman gerekir gidişine... kimsenin uzanamadığı ellerini tutman gerekir, sıkışıp kalmışlığına son çaredir gözlerinin değdiği satırlar ve son noktayı koymak için asla beklemez kimse. aynı virginia woolf gibi o sevgili kocası ve kız kardeşine yazdığı mektupla veda edip kendini bıraktı nehrin sularına. woolf onu hiç bir şeyin kurtaramayacağını şu şekilde anlatıyor;

"Şunu söylemek istiyorum -aslında bunu herkes biliyor- eğer biri beni bu durumdan kurtarabilecek olsa bu sen olurdun. Her şey beni terkedip gitti ama senin iyiliğin hep benimle kaldı. Artık senin hayatını mahvetmeyeceğim. Kimse bizim seninle mutlu olduğumuz kadar mutlu olamazdı."

üstüne her şey söylenebilir intihar olunca söz konusu... yargılayabilirsiniz veya anlayabilirsiniz, mahkum edebilir veya azad edebilirsiniz, belkide hasta olduklarını düşünürsünüz ama cemile sümeyra'nın kendi kalemini kıranlar kitabında söylediği gibi; "intihar üstüne ahkam kesilmeyecek bir bahis olmaya devam ediyor" ve onlar kalemleri ellerinde yaşadılar,varoluş hikayelerini yazdılar sonunda kendi kalemlerini kırdılar...



Hiç yorum yok: