7 Aralık 2010 Salı

Karabasan...


Adam gözlerini açtığında göz kapaklarına bile sözü geçmediğini anlaması çok uzun sürmeyecekti. Açtığında gözlerini tavana dikti, bedeninin sınırlarını düşünüyordu, belki de içindeki ruhun sınırlarını bilmek istiyordu… Kalkmak istiyordu doğrulmak. Sanki uykudan değil de bir harpten çıkmıştı ve yenik düşmüş öylece orda kalmıştı. Bilinçaltıyla savaşmış ve kaybetmişti belli ki… Yoksa insana tanıdık gelen bu yorgunluk neyin nesi olabilirdi. Adam sınırlarını aştı artık, kendiyle savaşında kavgayı başlatanda yenilende o oluyordu… Bir anda karar verdi zaten isabetli atışlar yapamamıştı hiç hayatta seçimlerinden yana hep karavana diye uğultular vardı kulaklarında… Bir apartmanın bilmem kaçıncı katında kalıyordu işte o bilmem kaçıncı daire şehrin bilmem ne sokağındaydı artık hepsi anlamsızdı nerde olduğu ne olduğu… Kaçmak istiyordu telaşla. Telaş evet telaş sözcüğünü düşündü o an telaş sözcüğü hem iyiye yakındı hem kötüye hem korku barındırıyordu içinde hem de bu korku onu motive edecek kadar besliyordu. İçindeki telaşlarla besleniyordu yıllar yılı farkında olmadan. Takvimden bir sayfayı koparıp atarken içinde ki hayvanı besliyordu o… Koşarken buldu kendini, sınırlarını kendi daraltmış aldığı havayı bile kendine zehir etmişti, kendini boğmaya mı çalışıyordu ne? Saatlerce koştu köşeler döndü yollar geçti bir baktı sona gelmiş, geri dönmekten bu sefer korkmadı ve istediği yere gelmişti; otogara… Hayatının çıkış noktası burasıydı çok el sallamıştı otobüs arkalarından belki şimdi başkasının eli olmayacaktı ardında ama gidecekti, karar verdi… Yola çıkacaktı. Biletini aldı… Perona geldi… Otobüse binene kadar içindeki sesi kıstı, bekle diye kendine temkinlerde bulundu, aslında konuştuğu kimdi, kaçıncı kişiliğiydi… Geceleri yarasa gibiydi uykunun haram olduğu sabahları bir kedi şefkate muhtaç işinde bir hırslı bir boğa olan adam kaç kişilik barındırıyordu çatısı altında…

Binerken otobüse gülmeye başladı, kimden kaçıyordu karabasanlarından, bilinçaltından, yaşadıklarından… Yaşanmışlığı bir bavula bile sığmayacak kadar büyümüştü içinde anılarından kaçıyordu ve her bir durakta inmeyi erteledikçe daha da büyütecekti. Güneş usul usul giderken akşamın ilk ışıklarında telaşı başladı; bir kurt gibi kemirmeye… Belki de gece geliyordu birde uyursa yine aynı şey olacaktı gözünü yola dikti yolun çizgilerine takıldı gözleri, çizgiler ne kadar hızlı geçiyordu sabitlerken gözlerini her bir çizgi bir yüz oldu. Hayatından geçip giden insanları tanıdı, aslında bu kaçarcasına gidişlerine anlam verememişti, hiç cevap bulamamıştı, hep sorduğunda hep arkasına dönen bir insan buluyordu karşısında, neden diye kendini yiyip bitirmekten korkuları beslendi içinde… Gitmişti tüm o insanlar gelmiş bir iki dakika soluklanmış ve gitmişlerdi. Anlamıştı aslında o bir duraktı insan hayatlarında ve ancak soluk alınabilecek bir yanı vardı içinden bağırmak geldi bende insanım diye benimde soluklanmaya ihtiyacım var diye o an şehrin üstüne kapattığı kapıları açıldı, zincirlerini kırıyordu, acıların eksilte eksilte anıları, yeniden doğmak istiyordu silmek istiyordu aslında, beynini çıkarıp atmak…

Yola baktı. Keskin virajlarla doluydu hayat ve her dönemeçte biraz daha kontrolünü kaybederek ilerliyordu, yolun sonunu bekliyordu belki de, belki de uçurumlara yuvarlanmak ama artık iyi bildiği bir şey vardı; bu yollar onu varması gerektiğe yere götüreceğine daha bir uzağına atıyordu. Ayakları ileri adım attığını sansa da gölgesi hep önünden gidiyordu hiç fark etmemişti, arkasına aldığı şeyi hiç fark etmemişti demek. Yola baktı etrafa o karanlığın içinde bile görmeyi başardı. Yollar, yol kenarlarında ağaçlar, yola paralel akan ırmak her şey bir bütündü. Ağaçlar gördü onları düşündü, herkes her şey bir amaç için vardı ve her bir şey bir başkasını var edecek bir döngünün parçasıydı. Peki, kendisi neydi? Bu hayatta ben nerde duruyordum, ne yapıyordum dedi. Artık bir bütündü hayat ve o hayatta kayıp yapboz parçası kendisiydi ve yerli yerine oturtmak için yola çıkmıştı şimdi kendini döngünün gerekli yerine ekleyecekti. Hayat daha nefes alınır daha huzur kokacaktı. Hayal ediyordu tek amacı vardı artık ait olduğu yeri bulmak…

Evren kanunu bulmuş gibi sevindi ve gözlerini açtığında solda bir levha belirdi; anılar köyüne beş kilometre kalmıştı… Nasıl nasıl dedi? Birden bir levha daha belirdi acıların diyarına hoş geldiniz, anılara rakım sıfır, nüfusumuz bir milyon… Gittiği her yere kendiyle götürüyordu, hayır diye çığlık çığlığa bağırıyordu uyandığında, yataktan düşmüş buldu kendini, terlemişti, anladı ki bu onun korkulu hikâyesiydi…

Hiç yorum yok: