29 Temmuz 2012 Pazar

Paris&Paris


      Hayatımı göz kapaklarımın arasında yaşıyorum bir göz kırpışında kendimi Paris'te buldum...



        Gözümü kapattım bir rüyaya daldım bundan iyisi olamazdı ve kendimi bulutların arasından
uçsuz bucaksız bir yeşilliğe bakarken buldum ve başka bir coğrafyada olduğumu anlamam uzun sürmedi...


        Bu coğrafyaya ön yargılarla geliyorduk bir uçak dolusu insan çünkü ermeni sorunun tam göbeğindeki isim Fransa ve iner inmez istediğimiz sadece güzel bir kaç gün iken cumhurbaşkanlığı seçimine de tanıklık ediyoruz... Ne olursa olsun dinlediğim müziklerden izlediğim filmlere kadar hayranlık yaratacak kadar yumuşak ama bir o kadarda sert bir coğrafyaya ayak basmıştık nisan ayının sonları olmasına rağmen hava sıcaklığı düşük ve yağmurluydu...

      Tur şirketinin bizi otele savurmasından sonra ilk akla gelen midelerimizi ne yazıkki ingilizce ile doldurmaya çalışmak tam bir felaketti çünkü buradaki insanlar ingilizce konuşmama konusundaki şehir efsanesi sandığım inatları gerçekti...Sağolsun Fatma sayesinde karınlarımız doydu teşekkürü bir borç biliyorum fakat çekildiğimiz fotoğrafı paylaşamayacağım zira kendisine söz verdim facebook yok internet yok :)

      O gece hemen üç kafadar tura çıktık kendimizi Moluin Rouge'nin önünde bulduk ve aklımda Nicole Kidman geldi ve onu hatırlatacak bir çok şey o filmi kiminle izlediysen beğenini kiminle
paylaştıysan her açtığında kimi hatırlatıyorsa damgalanmış gibi Türkiye'den çok uzakta yine o kişi yıldırım gibi düştü zihnime hemen şöyle bir silkenlendim sokağın büyüsüne kapıldım...

     Orası mı burası mı derken iyi bir ingiliz grubun olduğu bir barda kendimizi müziğe kaptırmışken bulduk ama barın gay bar olmasıda ayrıca güzeldi...Çünkü hiç bu kadar eğlenmemiştim...Bu eğlencenin sonu sabah kahvaltıyı kaçırmakla cezalandırılsada değerdi...


     Sabah kaçırılan kahvaltının arkasından yapılan panoromik şehir turu kendine hayran bıraktı çünkü o sokaklar o yapılar o binalar cidden bu şekilde korunabilmesi bu ülkedeki insanların zihnyeti ve nerede olduğumuzu anlamam üstüne geçişler vardı akımda...

     Eyfel kulesi demirden sadece yorumlarını yapan tek millet biz miyiz bilmiyorum ama bir demir yığını bile yapamamış olmak acayip iç burkucu bir detay olarak kaldı. Bu şehrin yeniden yapılmış olması aynısının İstanbul için gerektiği fikrini keşke büyüklerimizin zihinlerinede getirse ...


        Ve ve Louvre müzesi işte hayatımda görmek istediğim on yapıdan biri Da Vinci'nin Şifresini okuduğumda Dan Brown'un kelimeler arasına sıkışmıştım kendimi o sokaklarda koşarken hayal ederek gerçeği her an tutabilecek bir şey olarak düşünerek bitirmiştim...Üstüne birde Tom Hanks'in bunu görüntüye dönüştürüp zihnimi kısıtlamasına rağmen iki kere izledim ve her izlediğimde orada olmam gerektiğini düşündüm sanırım Paris'e bir daha gitme sebebim sadece Louvre olur çünkü içinde kaybolmak istiyorum...İslamiyet eserlerinin segilendiği kısım açılmadığından göremedik fakat gördüğüm eserler yüzünden sanat tarihi okumadığım için kendime lanet ettim sürekli çünkü bu başka bir tını başka bir büyüydü...
      
       Ressamlar tepesine geldiğimizde önce bir kilise ve daha sonra ressamların arasında nefes almak ve türkçe bilen bir ressam ile sohbete koyulduk işte hayat bu kordinatlarda başka bir boyutttaydı bu insanların ellerinde paletleri hayatlarının resmini özgürce yapabiliyorlardı ve biz dışardan izleyener o anı sadece dondurup kendimize alabildik sanırım hayatta iki tür insan vardı içinde nefes alan ile dışından nefes veren ve ne yaparsam yapayım hep dışında hep nefes veriyormuş gibi hissetmekte benim lanetim sanırsam...



Hiç yorum yok: